Çizgiden İpliğe

İnsanın ve zamanın altı bin adım ötesinde.*
(Friedrich Nietzsche)

Banu Uğural’ın eserlerinde çizginin ve ipliğin naif gücü çarpıcı biçimde izlenir. Teknik olarak hızlı hareketlerle ortaya çıkardığı çizimleri gündelik yaşamın durağanlığı ve sürati karşısında ironik biçimde karşımıza çıkar. Çizginin gücü günümüz yaşamının hızı ile aynı ölçekte bir devinim sunar. Çizimler hızlı eskizler olarak nitelendirilebilecek, keskin gözlemlerin sonuçlarıdır. Çeşitli kağıtlar üzerine gerçekleştirdiği çizimleri yanında, neredeyse bir Rönesans resmi kadar hassas ve detaylı, kumaş üzerine iplik ile el nakışı eserleri de gösterişten uzak bir o kadar da göz alıcı bir büyüleyicilik içindedir. Gündelik yaşamın içindeki sükunetin gözlemlerine dair referansları taşıyan kumaşa işlenmiş anlatılar oldukça şiirsel bir doku imgesi ile ortaya çıkar. Kağıt üzerine çizim ne kadar hızlı ve anlık bir kayıt altına almaysa, kumaş üstüne iplikle el nakışı da bir o kadar yavaş, dingin ve lirik gözlem öbekleridir. Kağıt ve kumaş gibi birbirinin tersi iki malzemenin kırılganlığı sanatçının ellerinde bir illüzyona dönüşür. Kağıdın hızla buruşabilecek, kırılabilecek yapısı ile kumaşın yumuşaklığı, kayganlığı ya da geçirgenliği gündelik anların da geçiciliği arasında tuhaf ve absürt bir iz olarak belirir. İzler kağıt ve kalem arasında bir buluşma, karşılaşma olarak kağıda dökülür. Kumaş ise gözlemlerin sonucunda uzun soluklu, beklenen, heyecan ve özveri ile izlenen iplerin kumaşın arasına sıkışması, hayattaki anların bir yere sabitlenmesi gibi daha epik bir görsellik sunar.

Uğural İstanbul ve Adalar arasındaki yaşamı gözlemler. Güncel ve gündelik olan anlar kağıt ve kumaş neticesinde değersiz ve geçici olabilecek belki de önemsiz atfedilebilecek anların sabitlenmesi ile kalıcı hale gelir. Bir vapur sahnesi, bir köpeğin uykusu, ya da bir özgürlük hülyası ile göklerde süzülen bir martının çığlıkları Uğural’ın çizim kadrajına girer. Bu çığlıklar kağıtta oldukça sessiz bir ironi ile beslenir. Çizimler poetiktir. Konular gündeliktir. Kağıttaki çizimler kısa süreli, anlık hikayelerin sonucudur. Kim olduğu bilinmez, kişiler silik ve muğlaktır; tıpkı anların, zihinde, zaman içinde tozlu raflarda unutulmaya yüz tutması gibi. Nostaljik dönemlerden gelen, kimi aile yadigârı olan kıymetli kumaşlar ise belirli anların günlerce ve aylarca yüzeye işlenmesiyle yeni bir hafıza durağına dönüşür. Anılar ince ince dokunur. Sessizce oturan bir çocuk, kumaşın ortasındaki büyük bir hiçliktedir belki de. Bakıldığında bu hiçlik, sessizlik herkesin biraz da kendi içinde olan sessizlik, hiçlik değil mi? Nihilist bir görü olarak resim gibi okunabilecek, tel tel ipliklerle işlenmiş anlar bir fotoğrafın muğlak karesi gibi rastgele bir hatıranın, olayın ya da durumun aylar süren pastoral, monokrom ya da siyah beyaz kaydıdır. Sanatçı üretimlerinin bütününde güncel dünyaya, yaşamın ta kendisine, gündelik olayların ve rastlantıların kimse tarafından fark edilmeyen müphem zamanlarına dokunur ve onu işler.

Banu Uğural dikkatli gözlemleri ile bir zaman okuyucusudur. Hızla akan dünyanın tersine okumasını yapar, çetrefilli hayatın naif ve keyif dolu olabilecek yönlerini gözler önüne serer. Bazen yaşamak ne zordur değil mi? Ya nefes almak? İşte tam da böyle anlarda bulunmak istediğimiz yerler, yaşamak istediğimiz haz dolu anlar sanatçının eserlerinde armonik bir rapsodi gibi hayat bulur. Nihayetinde Banu Uğural şiirsel, duru ve büyüleyici anları kayda alan çizimden ipliğe, geçicilikten kalıcılığa şairane bir hafıza yaratır. Rastlantıların büyüleyiciliğini etkileyici bir sükunet ve duruluk ile güzellemeler silsilesi içinde aktarır.

Sakin bir andan, dünyanın ayaklarının altında hareket ettiği, aniden keşfedilen muazzam karşılaşmaların sevincine… İşte hayat bu kadar. Banu Uğural’ın yapıtlarında karşımıza çıkan tam da bu yeni yaratılmış manzaralar, gerçeklikler ve belki de görünmez göğün altındaki düş dolu tılsımlı dünyalar.

Yazan: Melike Bayık

    Banu Uğural

    15.04-15.05.2022